
Bir Pazar gününde başlayıp biten, beni gerçeklikten biraz olsun uzaklaştırmayı başarmış sevgili kitap…
Ünlü bir yazarın, evine gelen mektupları açarken hiç tanımadığı bir kadından gelen bir mektubu görür ve okumaya başlar. Kadın onu çok iyi tanımaktadır çünkü senelerdir bu yazara aşıktır. Hayatının belli dönemlerinde karşılaşmış olsalar da adamın az biraz hovarda, çapkın yapısından kaynaklı olarak kadını hiçbir şekilde hatırlamamaktadır.
Aslında çok sevmemiş olsam da kitabı, biraz düşününce farklı bir derinliği olduğunu fark ediyorum. Bir tarafta kadının varlığından habersiz, tek gecelik aşkların akışında kendini kaybeden ve kendisini kimseye adayamayan bir adam, ve diğer tarafta hayatının merkezine koyduğu bu adamı belki de saplantı derecesinde seven bir kadın. Kitabı okurken insan iki tarafa da kızmaktan kendisini alamıyor. Bir yandan adama o kadını görmediği için kızmak gelirken içinden, bir yandan da kadına “hayatını yaşa be kadın!” diye bağırasın geliyor.
Belki de kitap bir aşk kitabından ziyade bir hayatı yok eden bir saplantının hikayesi olarak lanse edilmeli. Daha eğlenceli, daha keyifli, bana daha çok şey katan çok fazla kitap okuduğumu düşünüyorum. Bu kitabın kattıkları ise derin kuyularda gizlenmeye devam etmek zorunda diye düşünüyorum.
Yine de hep dediğim gibi, hiçbir kitap kayıp değildir.
herkese iyi okumalar…